2011 yapımı olmasına rağmen, 4 Mayıs 2012 tarihinde gösterime girecek bir belgesel var karşımızda. Açıkçası birkaç gün öncesine kadar benim de haberim yoktu ve aldığı bunca ödüle rağmen (henüz) çok da bilinen bir eser değil. Aslında neden bir yıldır duymadığımızı bu belgeseli hem trailer hem de fragmanda geçen üç-beş cümleden anlamak mümkün: "Dünya bankası dedi ki bize: Siz en az bir kentinizi ya da iki kentinizi metropolleştireceksiniz." (metropolleştireceksiniz, yani parayı oraya akıtıp heryeri betonarme binalarla çevireceksiniz, yollar ve köprülerle kuşatacaksınız, nüfusunuzun %20'sini bu şehirlere yığacaksınız ve bu nüfusta da arasında uçurumlar olan sınıf farkları yaratacaksınız, en alttaki en üsttekine imrenerek bakacak, en üstteki de en alttakine iğrenerek bakacak), "TOKİ kentleri sınıfsal olarak ayrıştırıyor." (yani TOKİ bir yanda dar gelirli için konut yaparken, bir yanda da yüksek gelirli için yüzme havuzlu, lüks daireler yapacak, ki bunu yapıyorlar zaten). Yapyıkları bir başka şey de yol ve köprüler, çünkü (yine trailer'dan bir alıntıyla) "Bir yere yol götürürseniz o yol oraya yerleşmeyi çağırır." (yerleşmeyi çağırır yani o yol ve köprülerin etrefında düzensiz bir kentleşme/yerleşme oluşmaya başlar). Bilin bakalım bu tanımlar size hangi şehrimizi anımsatacak? Elbette, İstanbul. İstanbul'un neden ve nasıl, hangi amaçlarla düzensizleştirildiğini anlatan bir belgesel Ekümenopolis ve bunu yaparken de sayısız yere dokunuyor. Bu kadar geç gösterime girmesine şaşmamalı, hatta gösterime girebilmesine şaşmalı; am burası Türkiye, o tarihe kadar çok şey değişebilir! Ve herkes bu belgeseli görsün, izlesin ve izletsin diye de, kör gözüne parmağım misali afişini en büyük boydan veriyoruz.
GELECEK PROGRAM: EKÜMENOPOLİS: UCU OLMAYAN ŞEHİR/ Ecumenopolis: City Without Limits, İmre Azem, 2011, Türkiye-Almanya, Belgesel
2011 yapımı olmasına rağmen, 4 Mayıs 2012 tarihinde gösterime girecek bir belgesel var karşımızda. Açıkçası birkaç gün öncesine kadar benim de haberim yoktu ve aldığı bunca ödüle rağmen (henüz) çok da bilinen bir eser değil. Aslında neden bir yıldır duymadığımızı bu belgeseli hem trailer hem de fragmanda geçen üç-beş cümleden anlamak mümkün: "Dünya bankası dedi ki bize: Siz en az bir kentinizi ya da iki kentinizi metropolleştireceksiniz." (metropolleştireceksiniz, yani parayı oraya akıtıp heryeri betonarme binalarla çevireceksiniz, yollar ve köprülerle kuşatacaksınız, nüfusunuzun %20'sini bu şehirlere yığacaksınız ve bu nüfusta da arasında uçurumlar olan sınıf farkları yaratacaksınız, en alttaki en üsttekine imrenerek bakacak, en üstteki de en alttakine iğrenerek bakacak), "TOKİ kentleri sınıfsal olarak ayrıştırıyor." (yani TOKİ bir yanda dar gelirli için konut yaparken, bir yanda da yüksek gelirli için yüzme havuzlu, lüks daireler yapacak, ki bunu yapıyorlar zaten). Yapyıkları bir başka şey de yol ve köprüler, çünkü (yine trailer'dan bir alıntıyla) "Bir yere yol götürürseniz o yol oraya yerleşmeyi çağırır." (yerleşmeyi çağırır yani o yol ve köprülerin etrefında düzensiz bir kentleşme/yerleşme oluşmaya başlar). Bilin bakalım bu tanımlar size hangi şehrimizi anımsatacak? Elbette, İstanbul. İstanbul'un neden ve nasıl, hangi amaçlarla düzensizleştirildiğini anlatan bir belgesel Ekümenopolis ve bunu yaparken de sayısız yere dokunuyor. Bu kadar geç gösterime girmesine şaşmamalı, hatta gösterime girebilmesine şaşmalı; am burası Türkiye, o tarihe kadar çok şey değişebilir! Ve herkes bu belgeseli görsün, izlesin ve izletsin diye de, kör gözüne parmağım misali afişini en büyük boydan veriyoruz.
Etiketler:
Belgesel,
Gelecek Program
THE LOST BOYS/ Kayıp Gençler, Joel Schumacher, 1987, ABD, Korku-Komedi, Fantastik.
Yine 2000'lerde yapımcıların ancak geriye kalan kırıntılarını üzerinden nemalanabildikleri bir 80'ler filmi daha. Bugün eğer Alacakaranlık serisi, True Blood veya Vampire Diaries gibi 'vampirli' filmler ve diziler varsa bu kesinlikle The Lost Boys/ Kayıp Gençler sayesindedir. Başrolünde yine döneme uygun olarak genç oyuncuların oynadığı (genç Jason Patric, genç Kiefer Sutherland, genç Corey Haim gibi) filmde, anne-babası boşanan Sam ve Michael anneleriyle birlikte büyükbabalarının Santa Carla'daki evine taşınırlar. Özellikle gençlerin kendilerini eğlenceye, partilerde ve discolarda geçirilen uzun gecelere adadığı bir kent olan Santa Carla'da ilginç bir şekilde gençler ortadan kaybolmaktadır. Sam'in ağabeyi Michael aşık olduğu kız için başını David'in (Kiefer Sutherland) çektiği farklı bir gençlik grubunun içine girer. Ancak Michael'ın bu grup içine girmesiyle birlikte Sam, ağabeyinde ufak(!) değişiklikler sezmeye başlar. Aslında Michael, David'in ona içirdiği bir şeyle (kan) birlikte yavaş yavaş bir vampire dönüşmekte ve içindeki 'kan' arzusuna karşı koymaya çalışsa da başta ailesi olmak üzere çevresi için tehlikeli olmaya başlamaktadır. Sam, çizgiroman dükkanında tanıştığı ve birer korku-çizgiromanı bağımlısı sayılabilecek Edgar ve Alan Frog (ünlü gotik korku yazarı Edgar Allan Poe'ya yapılan açık bir göndermedir aslında bu) kardeşlerle birlikte ağebeyini bu durumdan kurtarmak için ne gerekiyorsa yapmaya çalışacaktır. Kahramanlarımızın vampirleri yok etmek için çizgiromanlardaki bilgilerden yararlanması da, aslında filmin geleneksel vampir mitolojisine bağlı kaldığını (güneş ışığında yanmak, sarımsaktan, haçtan, kutsal sudan korkmak, ev sahibi tarafından eve davet edilen vampirin bütün bunlara karşı bağışıklık kazanması gibi) göstermektedir bize. Bu özelliğiyle film bir 'vampir ansiklopedisi' niteliği taşımaktadır. Ancak, çok değil 7 yıl sonra Anne Rice'ın aynı isimli romanını sinemaya uyarlayan Neil Jordan, "Interview with the Vampire: The Vampire Chronicles" ile bu mitolojiyi ters yüz edecektir. Yine de The Lost Boys hala bütün vampirli film ve dizilerin atası/ağa babası sayılmaktadır.
THE MONSTER SQUAD/ Canavarlar Takımı, Fred Dekker, 1987, ABD, Korku-Komedi, Macera
80'lerde oldukça moda olan başrollerini çocukların oynadığı ve bu nedenle aynı zamanda 'aile' filmi olarak da kabul edilen, bir şekilde Steven Spielberg veya Shane Black'in de (yazar, yönetmen ya da yapımcı vs.olarak) içinde bulunduğu korku-komedi türünün en güzel sıfatlarla tanımlanabilecek örneklerinden bir tanesidir Canavarlar Takımı. J. J. Abrams'ın yazıp yönettiği ve geçen sene gösterime giren 'Super 8' de senaryosu, olayın geçtiği zamanı (80'ler) ve oyuncularıyla 80'lerin gerçek korku-komedi filmlerine zamanımızdan bir saygı duruşu niteliği taşımaktadır. Afişindeki "You know who to call when you have ghosts but who do you call when you have monsters?" (Hayaletlerle karşılaştığınızda kimi çağıracağınızı biliyorsunuz, ama canavarlarla karşılaştığınızda kimi çağıracaksınız?) tanıtım yazısından da anlaşılacağı gibi "Canavarlar Takımı" bir yandan da yine ünlü 80'ler filmi "Ghstbusters/Hayalet Avcıları"na gönderme yapmaktadır; ama elbette her iki takımın uzmanlık alanları farklıdır ve birbirleriyle karşılaştırılamazlar! Filmin adında geçen "canavarlar" aslında hepimizin yakından tanıdığı şahsiyetler: Kont Drakula, Frankenstein, Kurt Adam, Bataklık Canavarı ve Mumya. Dünyayı ele geçirmek isteyen Kont Drakula, etrafına topladığı canavar arkadaşlarıyla birlikte, dünyayı kontrol etmesini sağlayacak tılsımın bulunduğu küçük bir Amerikan(!) kasabasına ayak basar. Ancak burada kendi çapında bir canavar uzmanı olan 12 yaşındaki Sean Crenshaw ve arkadaşlarının kurduğu, Canavarlar Takımı'yla yüzyüze gelirler. 80'lerde çocuk ya da genç olanların mutlaka seyrettikleri ve şimdi yeniden hatırlayacakları filmlerden birisidir Canavarlar Takımı.
O AN: EL ESPINAZO DEL DIABLO- Final Sahnesi (aka. The Devil's Backbone/ Şeytan'ın Belkemiği, Guillermo del Toro, 2001)
"Bir hayalet nedir?
Kendini yinelemeye mahkum bir trajedi mi?
Acı bir anı belki de.
Hala canlı gibi gözüken ölü birşey.
Zamanda asılı kalmış bir his.
Bulanık bir fotoğraf gibi,
Kehribarın içinde tuzağa düşmüş bir böcek gibi.
Bir hayalet!
Ben buyum..."
Etiketler:
O An
BAKIŞ AÇISI: STAR WARS (Orjinal Üçleme)
Hepimizin bildiği, çoğumuzun da daha sinemalarda gösterildiği dönemde (şimdiki gibi en büyüğü evimizin oturma odası kadar olan sinemalarda değil de) "gerçek sinemalarda" seyretme fırsatı bulduğu ,George Lucas'ın artık kült olmuş orjinal serisinin yani ilk üç Star Wars filminin afişlerine tasarımcı ve çizer Christopher Lee'nin zihninden, gözünden ve kaleminden eğlenceli ve farklı bir bakış açısı.
NEW HOPE/ Yeni Umut
THE EMPIRE STRIKES BACK/ İmparator'un Dönüşü
RETURN OF THE JEDI/ Jedi'ın Dönüşü
Etiketler:
Bakış Açısı
PANDORUM/ Pandorum, Christian Alvart, 2009, Almanya-İngiltere, Bilim-Kurgu
Filmin açılışındaki kısa dünya tarihçesi de bize bu kıyametin sebeplerini açıklamaktadır:
"1969- İnsanoğlu aya ayak bastı.
Dünya nüfusu: 3.6. milyar.
2009- Kepler Teleskobu Dünya benzeri gezegenleri araştırmak için uzaya fırlatıldı.
Dünya nüfusu: 6.76 milyar.
2153- Paleo 17 isimli uzay araltırma aracı Tanis gezegenine iniş yaptı.
Dünya nüfusu: 24.34 milyar.
Yiyecek ve su kıtlığı artık olağan bir durum.
2174- Dünya'nın sınırlı kaynakları için yapılan savaş patlama noktasına geldi.
Uzay aracı Elysium uzaya fırlatıldı."
İşte Pandorum tam da bu noktada başlamakta ve yeni bir dünyaya doğru yola çıkan Elysium'da yaşananları bize anlatmaktadır. Yine açılışta yer alan, "İnsanoğlu! Son yaşayanlar sizlersiniz. Hepiniz allaha emanetsiniz. Yolunuz açık olsun." cümlesinden de Elysium'da yaşayan insanların, hayatta kalan son insanlar olduğunu ve gittikleri Tanis gezegeninde kendileri için yeni bir dünya kuracaklarını anlıyoruz. Ancak henüz Tanis'e ulaşmalarına zaman varken, dondurulmuş olan gemi mürettebatından birkaçı (önce Bower, sonra Payton) sıradışı bir şekilde uyanırlar. İkisinde de hem zihinsel hem de ruhsal bir boşluk vardır ve ne kim olduklarını ne de görevlerini/ amaçlarını hatırlamaktadırlar; filmin adı da buradan gelmektedir zaten, "Uzayın derinliklerinde uzun süre seyahat etmekten dolayı oluşan bir çeşit paranoya" olarak yorumlanan pandorum, zaman geçtikçe her ikisinde de kendisini gösterecektir. Bir yandan pandoruma karşı koymaya çalışırken bir yandan da kim olduklarını ve görevlerini anlamaya çalışmaktadırlar, ama kısa sürede de gemide yalnız olmadıklarını fark edeceklerdir: Hem kendileri gibi başka insanlar hem de garip yaratıklar vardır gemide. Finale kadar içerdiği hiçbir klişenin aslını ya da sürprizini açık etmeyen film, finalde de bizi hayal kırklığına uğratmıyor ve uzay gemisinin durmuş olan zaman sayacı tekrar çalışmaya başladığında herşey "su yüzüne" çıkıyor.
Etiketler:
Bilim-Kurgu,
film,
sinema
DEVRİM ARABALARI, Tolga Örnek, 2008, Türkiye, Dram
Aslında filmin bir sahnesinde iki mühendisin arasındaki diyalog bunun ilk olmadığını ve benzer başka olayların da yaşanacağını bize anlatmaktadır: Latif (Selçuk Yöntem) arkadaşına yaptıkları işin neden engellenmeye çalışıldığını açıklarken, "Biz 1955 yılında 182 tane tayyare ürettik Hollandalılar bizden 30 tane istediler ve biz bir sebepten dolayı vermedik."der, arkadaşı da ona "neden?" diye sorar; aslında Latif'in verdiği cevap bugün hepimiz tarafından bilinen bir şeydir, "Çünkü Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz.". Diğer taraftan yine filmdeki bir başka replik de, "sadece bir otomobil işte" deyip geçenlere cevap niteliği taşımakta ve "Eğer biz yapabileceğimizi gösterirsek neler olabilir, neler değişebilir düşünsenize?" demektedir. İşte "Devrim Arabaları" bunu düşünebilen, görebilen ve isteyen bir avuç insanın, şimdi çok az kişinin bildiği/hatırladığı başarı hikayesini anlatmaktadır.
Aslında herşeyi filmdeki tek bir cümle açıklamaktadır:
"ADI DEVRİM OLAN BİR OTOMOBİLİN SOKAKLARDA DOLAŞMASINA İZİN VERMEZLERDİ ZATEN". (Unutmadan, "Devrim" bugün hala çalışmaktadır ve 17000 km. yapmıştır.)
SAHAFA DÜŞEN FESTİVALLER: Uluslararası İstanbul Arkeoloji Filmleri Festivali/ Festival Internazionale Del Cinema Archeologico Di Istanbul
İlki 1998 yılında Mediterraneo Kültür Derneği ile İstanbul İtalyan Kültür Derneği işbirliği ve Antonio Zavaglia’nın festival direktörlüğünde gerçekleştirilen festival, 1999 ve 2000 yıllarında da gerçekleştirildikten sonra ortadan kaybolmuştur. “Geniş bir izleyici kitlesine zengin Akdeniz uygarlığını tanıtmayı hedefleyen bir etkinlik” olan festival, programındaki filmlerle “bizlere geçmişi yeterince tanımadan gelecek üzerine düşünmenin mümkün olmayacağı mesajını” veriyordu. Genelde “Mediterraneo” yani Akdeniz Havzası’ndaki Arkeolojik çalışmaları (kazı, restorasyon ve konservasyon) anlatan kısa ve orta metraj belgesel-canlandırma filmlerden oluşan festival programı, “konunun uzmanlarına teknik-belgesel değerlendirmeleri ve bu alandaki gelişmeleri aktararak o zamana kadar yapılan araştırmaları sunmayı, genel izleyiciye de, arkeoloji dünyasını görsel yönden etkileyici belgesellerle daha yakından tanıtmayı amaçlamaktadır”.
“Arkeoloji, tarih bilimleri içinde ulusal kültürlerin sınırını aşarak, evrensel bir dili belki de en iyi yakalayan bilim dalıdır. Arkeoloji, evrim sürecinin yorumlanması, bir uygarlığın değişime uğraması aracılığıyla hem her toplumun kendi geçmişini keşfetmesi sağlar, hem de başka uluslarla olan kültürel ilişkiler ve benzerlikleri ortaya çıkarır. Lidya’dan Etruria’ya, Troya’dan Roma’ya, İskenderiye Feneri ve Leptis Magna’dan Ayasofya veSultan Ahmet Camii’ne kadar Akdeniz Havzası, dünyanın en büyük uygarlıklarının beşiğiydi. İtalya ile Anadolu arasında süregelen karşılıklı ekonomik ve kültürel ilişkilere dayalı sıkı bağlar, Romalılar’ın “Mare nostrum” diye adlandırdığı bu bölgedeki ülkelerde siyasi tarihin gelişimi üzerinde etkili olmuştur.”. Dolayısıyla bu festival aslında, tarihöncesi çağdan Roma’nın temelini oluşturan Hellenistik çağa kadar insanoğlunun geçmişine bir yolculuk olmuştur. Bu yolculukta hem geçmişte, hem de 3.Bin yılın eşiğinde hala karanlıkta kalan kimi noktalar aşılmaya çalışılır.
Şimdi bile, festival kitapçıklarına baktığınızda ne kadar aydınlatıcı ve aydınlanmacı bir festival olduğunu anlayabiliyorsunuz; dolayısıyla insan böyle güzel işlerin neden devam etmediğini de sormadan edemiyor. Kaldı ki yüzyıldan fazladır dünyanın her yerinde arkeolojik kazılar devam ediyor ve edecektir de, yani hiçbir zaman malzeme ya da konu sıkıntısı da olmayacak bir festivaldi bu. Ama artık sadece sahaflarda bulunabilen kitapçıklarından biliyoruz!
“Bu aşkın gücü ve bu çağrının sesiyle
Keşfetmekten vazgeçmeyeceğiz
Ve bu keşfin sonunda
Hareket noktamıza geldiğimizde
Sanki orayı ilk defa tanıyormuş gibi olacağız.”
T. S. Elliot, Dörtlü Quartet
Alıntılar: I. Uluslararası İstanbul Arkeoloji Filmleri Festivali Program Kitapçığı
Etiketler:
Sahafa Düşen Festivaller
KISA FİLM: A LOVECRAFT DREAM, Animasyon: Michele Botticelli, Resim ve Müzik: Leonardo Manna
Modern korku edebiyatının üzerine oturduğu temel taşlardan biri olan H. P. Lovecraft'ı tanımayan ve bilmeyen korku edebiyatı veya korku sineması sever yoktur sanırız. Özellikle yarattığı Cthulhu Mitolojisi, hem bir çok filme hem de modern korku edebiyatı örneğine kaynaklık etmiştir. Ancak ne yazıktır ki, neredeyse yapılan bütün Lovecraft uyarlamaları "B" sınıfı tabir edilen düşük bütçeli-ucuz efektli filmler sınıfındadır, ama bu Lovecraft sevenler için bir handikap oluşturmamakta, hatta Stuart Gordon, Leigh Scott gibi sınıfının en iyi yönetmenlerinin onu kaynak aldıkları görülmektedir. Yine de en ünlü Lovecraft uyarlamaları Sam Raimi'nin "The Evil Dead" serisi ve John Carpenter'ın "In the Mouth of Madness" filmleridir. Bu filmler dışında, özellikle son yıllarda kısa filmciler için de Lovecraft'ın esin kaynağı olduğu görülmektedir ki burada paylaştığımız "A Lovecraft Dream" de bunlardan bir tanesidir.
Etiketler:
Kısa Filmler,
Short Films
SOUNDTRACK: Nina Simone - Sinnerman (Felix Da Housecat's Heavenly House Mix) (MIAMI VICE, 2006)
Etiketler:
Soundtrack
INTACTO/ Bahis, Juan Carlos Fresnadillo, 2001, İspanya, Macera-Dram
Aslında filmin Türkçe ismine baktığımızda insan bir kumarhane filmi bekliyor, ama karşımızda 'şans' üzerine bir film var. Tamam, bu şansın aranmasında ve sınanmasında bir parça kumar oynanıyor ama bu bildiğimiz anlamda bir kumar değil. Intacto'daki kumar daha şanslı insanı bulmak/belirlemek için, kendini şanslı gören insanlar arasında ve kendi hayatları üzerinden oynanıyor. Bazen bir otoban, bazen ormanlık bir alan bu kumara sahne olabiliyor; çünkü filmde bahsedilen şans, aslında her insanın kaderinden kaynaklanan bir durum. Şanslıların biri uçak kazasından tek kurtulan kişi, biri depremde sağ kalabilen bir kişi, diğeri bir trafik kazasında ailesini kaybedip kendisi sağ kalmış bir kadın ve bir başkası da yahudi katliamından kurtulabilmiş bir adam. Bütün bu insanların yolu finale doğru, yahudi katliamından kurtulan adamın kurduğu (Sam) ve gerçekten şanslı olan insanların kabul edilip, bu şanslarını birbirlerine karşı kullanacakları bir kumarhanede kesişecektir. Ancak sorun şudur ki, Sam kendisini yeryüzündeki en şanslı insan olarak görmektedir çünkü 'insanlara dokunduğunda onların şanslarını çalma' gibi bir yeteneği vardır. Finalde ise ışıklar sönüp silahlar patladığında, ışıkların tekrar yanmasıyla gerçekten şanslı olanı görmek bize nasip olmaktadır. Bu noktada en güzel ipucunu filmin tagline'ı vermektedir bize, 'Kimileri şansla doğar. Diğerleri onun için kumar oynar.' diyerek.
ONDAN ÖNCE BU VARDI: CLASH OF TITANS/ Devlerin Savaşı, Desmond Davis, 1981, ABD, Fantastik
Acaba yaşı 30'un altında olanların 2010 yapımı ve Louis Leterrier'in yönettiği 'Clash Of Titans/Titanların Savaşı' adlı dijital efekt bombardımanı sinema filminin 'God of War, Age Of Mythology veya Titan Quest' gibi bilgisayar oyunlarının sinema uyarlaması olarak yorumlamaları (Bkz. beyazperde.com) normal mi karşılanmalı yoksa bu onların sinemasal cehaletine mi verilmeli? Belki yaşları gereği, bundan 30 yıl önce, elde henüz bilgisayar programları destekli efekler yokken ve herşeyin 'manuel' yapıldığı bir dönemde Desmond Davis yönetmenliğinde çekilen ilk/orjinal Clash of Titans'ı seyretmiş ya da görmüş olmaları beklenemez, ama en azından seyrettikleri film hakkında bir araştırma yapmış olmalarını ya da dolaştıkları onca internet sitesi içinde bir yerlerde bunun gözlerine çarpmış olmasını bekliyor insan. Oysa Hollywood'un son dönemde içine düştüğü orjinal senaryo kıtlığını çözmek için başvurduğu üç yöntem var: 1) Uzakdoğu sinemasına ait örneklerin yeniden uyarlanması 2) Zamanında çok izlenmiş eski dizileri sinema filmi haline getirmek ve 3) Yine eski sinema filmlerini yeniden ama bu sefer dijital efekte boğulmuş ve senaryosu kısaltılmış olarak uyarlamak.
2010 yapımı Clash Of Titans işte bu üçüncü gruba giren filmlerden ve 1981 yapımı, Desmond Davis'in yönettiği Clash of Titans'ın yeniden çevrimi. Orjinal filmi de seyretmiş biri olarak diyebilirim ki 1981 yapımı film senaryo olarak 2010 yapımından çok daha ayrıntılı, özgün ve Yunan mitolojisine sadık bir uyarlamadır. 2010 yapımı Clash Of Titans, orjinal filmin senaryosunun ufak bir bölümünü kullanmış, Perseus-Andromeda aşkı filmden çıkarılmış (burada Andromeda sadece Perseus'un kurtardığı kadına dönüşmüştür), aynı şekilde orjinal filmde yer alan bir çok mitolojik karaktere ve olay örgüsüne de yer verilmemiştir. Orjinal senaryosunda yapılan bunca kırpmadan sonra açılan boşluklar 2010 model dijital efeklerle doldurulan film, mitolojiyi sadece bilgisayar oyunlarından öğrenen bir neslin beğenisine sunulmuş ve sonuç, orjinal filmden haberi bile olmayanlar açısından, mükemmel olmuştur! Elbette belki efektler açısından iki filmi karşılaştırmak pek doğru olmayacaktır, ama 1981 yapımı orjinal filmin efektleri de, kendi zamanı için yabana atılacak türden değildir ve en azından günümüz dijital efekleri gibi insanı rahatsız etmemekte, size de çok daha fazla mitolojik öykü izleyeceğinizin garantisini vermektedir.
Etiketler:
Fantastik,
film,
Ondan Önce Bu Vardı,
sinema
FRANKLYN, Gerald McMorrow, 2008, İngiltere-Fransa, Fantastik-Dram
.
ÖZEL DOSYA: AFİŞİNE GÖLGE DÜŞEN FİLMLER
FOXES, Lorcan Finnegan, 2011 (Kısa Film)
QUANTUM OF SOLACE, Marc Forster, 2008
X-MEN: FIRST CLASS, Matthew Vaughn, 2011
THE AMAZING SPIDERMAN, Marc Webb, 2012
THE INFORMANT!, Steven Soderbergh, 2009
THE X-FILES: I WANT TO BELIEVE, Chris Carter, 2008
ROUND, Kirk Hendry, 2009
STAR WARS: EPISODE I- Phantom Menace, George Lucas, 1999
TAXI TO THE DARK SIDE, Alex Gibney, 2007
THE OMEN, Richard Donner, 1976
Etiketler:
Afişine Gölge Düşen Filmler,
Özel Dosya
YAKINDA: TOTAL RECALL/ Gerçeğe Çağrı, Len Wiseman, 2012
1990 tarihli, yönetmenliğini Paul Verhoeven'in yaptığı ve baş rolünde Arnold Schwarzenegger (Douglas Quaid)'in oynadığı aynı isimli kült filmin yeniden çevrimi. 3 Ağustos 2012'de gösterime girecek olan filmin bu ilk teaser fragmanına bakınca ağır bir Minority Report/Azınlık Raporu etkisi açıkça görülüyor. Gerçi her iki öykünün de Philip K. Dick'e ait olduğunu düşünürsek bu normal karşılanabilir, ama Azınlık Raporu'nda gördüğümüz tırmanan, uçan, kaçan otomobillerin aynısını burada da görmek insanı biraz da olsa şaşırtıyor (ki Azınlık Raporu'nda bu otomobiller üzerinde geçen bir sahne vardı, onun da benzerini film başka da olsa, bu teaser'da görüyoruz.). Yine de yeni Total Recall'u dört gözle bekliyoruz.
METROPOLİS, Fritz Lang, 1927, Almanya, Bilim-Kurgu, Dram
Etiketler:
Afişine Gölge Düşen Filmler,
Bilim-Kurgu,
film,
sinema,
Sinema Tarihi